Kanlı Sardunyalar
Nereye gideceği belli olmayan arabanın tekerleri yavaş yavaş döndü. Ölüm sessizliğinde, kıvrılan dar yollarda sakin ilerlerken, yolun ne kadar sürdüğünü kestiremedi Leyla.
Ulu ağaçların, gökyüzü ile kavuştuğu ormana geldiklerinde, önce adam indi arabadan, Leyla’nın kapısını açtı. Günün son ışıklarının tadını çıkarmak hevesiyle inip, kapının hemen yanına yere uzanıverdi kadın.
Kafasını sağa sola yatırıp, saçlarını da geriye doğru uzattı. Yerdeki bir yıldız gibiydi şimdi. Bacakları kolları ve saçları dört bir yana açılmış, sırtını toprak anaya dayamıştı. Pozunu beğendiğinde içten içe kendisini tebrik etti. Tablo gibiydi. Hava karardı, sessizlik huzurluydu, yıldızlar gökteki yerlerini buldu. Gecenin ilk saatlerinde içi üşüse de sonra alıştı, ürpertisi geçti. Adam O’nu, O ise yıldızları seyretti.
Birkaç dakika ya da belki saat sonra içi geçmiş olacak ki; karmaşık insan sesleriyle uyandı. Güneş ışınları dalların arasından geçip gözlerini kamaştırıyor, sesler giderek daha da yakınlaşıyordu. Biri sivil, diğeri üniformalı iki adam vardı yakınında. Yaşlıca olanı Leyla’ya dikti gözlerini.
Leyla gözlerini halen tam olarak açamasa da; genç olanın ona bakmaktan çekindiğini, yaşlı olan sivil giyimlinin ise acımakla nefret arasında bir duygu ile kendisine bakmakta olduğunu fark etti.
“Yazık” dedi sivil giyimli olan. “Çok yazık!”
Leyla ürkek bir sesle cevapladı.
“Uyuyakalmışım”
“Evet amirim, çok yazık!” dedi genç olanı.
Daha yüksek sesle ekleme ihtiyaç duydu Leyla. “Yıldızları seyrediyorduk, şimdi toparlanıp gidiyorum.”
İki adam acıyan gözlerle baktıklarından; Leyla, korkuyla utanma arasında kalakaldı. Kadın görmeye tahammülü olmayan bu adamlar, kim bilir neler düşünüyorlardı onun hakkında? Kim bilir neyle itham ediliyordu?
“Kim ihbar etti?”
“Davarını ararken şuradaki dayı görmüş, haber vermiş amirim. İfadesini alıyorlar şimdi.” dedi genç memur.
Gösterdiği yöne doğru baktı Leyla. Sanki büyük bir suç örgütünü ihbar etmiş gibi memura hararetle bir şeyler anlatan dayıyı süzdü. Uyuşmuş bacaklarına rağmen kalkmak üzere hamle yaparken, ‘Amir’ diye hitap edilen adam, etrafında daire çizerek onu incelemeye başladı. Bakışları rahatsız ediciydi artık.
“Şu taştaki kana bakılırsa, ya düşüp buraya sürüklendi ya da başına vurup oraya atıverdiler taşı. Ön tarafta dokuz saydım, baksınlar bakalım sırttan girip önden çıkmayan başka darbe var mı? Gerçi ne fark eder? Bunun canı nedir ki? Üçü bile görmemiştir!”
Buz gibiydi içi dışı. Dokuz delik, dokuz feryat! Yanılıyordu amir. Dokuzunda da nefesi-canı yetmiş, dokuzunda da feryat etmişti. Ağlamaya başladı, ya da öyle sandı.
Yalan ifade verse şimdi, dese ki -arabamı park ettim bizim çıkmazın sonunda, beni seven kısık gözlü adam bekliyordu kapımda, geldik gün batımına, eski günleri anmaya. Ben yattım yıldız gibi, saçlarımı-sırtımı verdim toprağa-.
“Kimmiş neciymiş?”
“Adı Leyla Yıldız, amirim. Eski kocası, apartmana girerken saçından tutup arabasına bindirmiş dün. Şu Mora Meydanı’nda yüksek binalar var ya, oradan işte. Komşular görmüş ama müdahale eden olmamış. Sadece iki ihbar gelmiş. Korkuyorlar mı, yoksa kendileri yapınca bize de dokunmasınlar diye mi ses etmiyor anlamıyorum.”
“Farkı var mı sanki? Onlar balkonlarında sardunyalarını sulamaya devam etsinler. Giden bir can oldu.” diye cevapladı tok sesli amir.
“Hayır!” diye bağırdı Leyla. “Öyle olmadı, olamaz. Kıyamazdı o bana. Saçlarımı okşamak için bile üç hafta kıvrandı ilk âşık olduğumuz zamanlarda. Yüksek binalarda, ilgisiz komşularla değil, oturuyorum bir çıkmaz sokakta. Kendim bindim arabasına, geldik günü batırmaya, kendi isteğimle yattım toprak ananın koynuna. İçim geçmiş, dalmışım uykuya.”
“Tecavüz de etmiş”
“Evet Amirim. Yine de Adli Tabibin raporunu bekleyeceğiz tabii.”
“Hayır. Tecavüz edilmedi bana. Elimi tutmaya kıyamazdı aşkımızın ilk haftalarında. Bir çıkmaz sokakta kendim bindim arabasına, geldik gün batımına bakmaya. Yıldız gibi yattım ben, toprak ananın koynuna.”
“Kimi kimsesi?”
“Annesi varmış amirim de… Komşuların söylediğine göre görüşmüyorlarmış. Boşanma davası açınca işte, dul kalınır mı filan diye almamış evine, dediler. Ulaşmaya çalışıyordu Nermin.”
“Ölü kalınır mı, diye küser bu kez belki de kızına. Ulan, şu kadın milletine akıl sır ermiyor.”
Amirin bu sözüne karşılık güldü genç memur. Memurun gülüşüyle sarsıldı Leyla. Gencecik çocuk, önündeki hayata dair umutları var. Leyla’nın da vardı. Okulu bitirip mesleğini yapacak, mesaiden yorgun argın eve geldiklerinde, kısık gözlü adamın dizlerinde dinlenecekti. Okulun son senesinde kıskançlık krizleri ile okula göndermedi ilk olarak. Çok seviyordu çünkü. Leyla önce kaydını dondurdu, sonra dayanamadı, gizli gizli tamamladı okulu. Öğrendiğinde deliye döndü kısık gözlü adam, ilk tokadı attı. Çok ağladı Leyla ama adam çok pişmandı. Özür diledi, o da ağladı. Erkek adamın ağlaması büyük fedakarlıktı. Onlarınki büyük aşktı.
Sonra çalışmak istedi Leyla. Tokat yetmedi bu kez adama. Üç gün Leyla’nın da gözleri kısıktı. Çok pişmandı adam yine ama çok seviyordu işte, hep ondan oluyordu. Vazgeçti çalışmaktan Leyla. Çırak sana dik baktı, diye dayak yedi bir seferinde. Vazgeçti bakkala, markete gitmekten. Bir kez de eve tamirci girdi diye… Her zaman dayak yemiyordu elbette. Mesela yemeğin tuzu fazla olduğu bir gün, önceki akşam hatırlamadığı bir sebepten yediği dayaktan kalma yarık dudağı ile tuz yedirmişti Leyla’ya. Kapıya arkadaşım dediği adamlarla dayandığı gecenin ertesinde evden ayrıldığını anımsarken utançla doldu içi.
Kendini kandırmıştı ama amiri kandıramıyordu. Kısık gözlü adam saçlarından sürüye sürüye evinin önünden onu almış, yarı baygın buraya getirmiş, yıldızlar ona acıyarak bakmıştı.
Kendine geldiğinde sırtında böğründe bir üşüme, göğsünün üstünde bir hırıltı ve pis bir sıcaklıktı hissetmiş, ayıldığını fark eden adam küfürler yağdırmıştı. Kurtulmaya, toprağın serinliğine kavuşmaya çalıştığında da ilk bıçak darbesini yemişti. Yıldızlar yine acıyarak bakmış, akıl edip biri de elini uzatmamıştı Leyla’ya.
Gerçekliğiyle yüzleşirken, Sardunya biçimindeki bir yıldız kümesine takıldı gözü. Karar verdi: göğe yükselince, o sardunyayı söküp atacaktı. Yıldızlar ve komşular sardunyaya dalıp, yardıma koşmayı ertelemesinler diye ant olsun ki o sardunyayı sökecek, bir çıkmaz sokağın sonuna gömecekti.
“Hadi Erol, ara ekibi sor, bulmuşlar mı şerefsiz eski kocayı? Getirsinler merkeze. Nermin’e de sor, annesine ulaşmış mı? Hiç olmazsa ölüsüne sahip çıksın kızının.”
“Tamam Amirim. Bu arada… dünkü maktulün erkek arkadaşını da merkeze almışlar. “
“O da vardı değil mi? Tamam, bunu da bulun getirin. Bakalım önce hangisini salacaklar dışarı?”
Share this content:
Yorum gönder